Sohbet sitelerimiz; Sitelerimizin Sohbet Odaları, İslami Sohbet, Bedava Sohbet için 7/24 emrinizde…
@Harbisin.Com – Bedava Sohbet Siteleri
Sohbet sitelerimiz; Sitelerimizin Sohbet Odaları, İslami Sohbet, Bedava Sohbet için 7/24 emrinizde…
@Harbisin.Com – Bedava Sohbet Siteleri
– Ebu Hureyre şöyle anlatıyor: Andolsun, ben açlıktan yatıyordum ve karnımın üzerine taş bağlıyordum. Bir gün ashabın gidip geldiği yolun kenarına oturdum. Ebubekir (r.a.) geçti. Ondan Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Benim bu ayeti sormamın maksadı beni evine davet etmesi ümidi idi. Fakat davette bulunmadı. Ömer geçti. Yine Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Maksadım;
“Gel de gidelim” demesi idi, fakat Ömer bunu yapmadı.
Sonra Hz. Peygamber geçti. Benim yüzümden, durumu anladı ve
“Ey Eba Hureyre!” dedi.
“Buyur ya Resûlallah!” dedim.
“Arkamdan gel” buyurdu ve beni alıp evine götürdü. İçeri girince, büyükçe bir kapta süt gördüm. Hz. Peygamber ailesinden, bu sütün nereden geldiğini sordu. Onlar da, falan adam veya falan adamın ailesinin kendilerine hediye ettiğini söylediler.
Hz. Peygamber bana;
“Ey Ebu Hirr” dedi. Ben
“Buyur, ey Allah’ın Rasûlü” dedim.
“Git, Suffe’dekileri çağır” dedi. Suffe ehli müslümanların misafiriydi. Onlar, ev, mal-mülk edinmemişlerdi. Hz. Peygamber’e bir hediye geldiği zaman, kendisi ihtiyacı kadar aldıktan sonra gerisini onlara gönderirdi. Eğer zekat gelirse, onun hepsini onlara gönderirdi.
Hz. Peygamber bana;
“Git onları çağır” deyince üzüldüm. Çünkü sütü görünce bana bir gün bir gece yeteceğini düşünmüştüm. Onları çağırsam -elçi olduğum için- sütün hepsini onlara içirmem gerekirdi. Allah’ın ve Peygamber’inin emirlerini yerine getirmek gerekir, diyerek gidip onları çağırdım. Gelip yerlerini aldıklarında,
Hz. Peygamber bana;
“Ey Eba Hirr! Şu sütü al, onlara ver” dedi. Ben kabı alıp onlara verdim. Baştaki kişi kabı kafasına dikiyor, kanıncaya kadar içiyor, sonra kabı ötekisine veriyordu. Böylece Rasûlullah’a kadar geldi. Rasûlullah kabı kaldırdı. İçerisinde biraz süt vardı. Sonra başını kaldırdı. Bana bakarak, tebessüm etti ve
“Ey Eba Hirr!” dedi.
“Buyur ya Rasûlallah” dedim.
“Benle sen kaldık” dedi. Ben de
“Evet ya Rasûlallah, doğru söylüyorsun” dedim.
“Otur, iç” dedi. Oturdum, içtim. Sonra bana
“iç” dedi, yine içtim. O bana durmadan “iç” diyor, ben de durmadan içiyordum. Nihayet ona;
“Seni hak ile peygamber olarak gönderene yemin ederim, artık içemem” dedim. Çünkü artık bende içecek yer kalmamıştı. O zaman Hz. Peygamber benden kabı istedi. Kabı kendisine verdim, geriye kalanı da Hz. Peygamber içti.
@Harbisin.Com – İslami Sohbet Siteleri
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.
Büyüğü Halil.
Küçüğü ise İbrahim…
Halil, evli çocuklu.
İbrahim ise bekârmış…
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin…
Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.
Bununla geçinip giderlermiş…
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
İkiye ayırmışlar.
İş kalmış taşımaya.
Halil, bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.
Peki, abi demiş İbrahim…
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye… .
O gidince, düşünmüş İbrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
Böyle demiş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine…
Az sonra Halil çıkagelmiş.
Haydi İbrahim demiş, önce sen doldur da taşı ambara.
Peki abi.
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.
O gidince, Halil düşünür bu defa:
Der ki:
Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardeşim bekâr.
O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek,
Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.
Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet akşam olur.
Karanlık basar.
Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile.
Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki…
Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.
Şaşarlar bu işe…
Aksine çoğalır buğdayları.
Dolar taşar ambarları.
Bugün “Bereket” denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı: halil ibrahim bereketidir.
@Harbisin.Com – İslami Sohbet
Gencin bir adam Kâbe’de hep;
“Ey haramdan sakınanların ve doğruların yardımcısı olan Allahım, sana hamdü sena ederim” diye dua eder .
Bu durum herkesin dikkatini çekermiş. Bır gün birisi;
– Neden hep aynı duayı yapıyorsun, yoksa başka bir şey bilmiyor musun? der .
O da anlatır;
– 7, 8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba bulmuştum. Saydım, içinde tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses;
– Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim .
Bu sırada birisi;
– Söyleyin bir torba bulan var mı? diye bağırıyordu.
Onu çağırıp, nasıl bir torbaydı ve içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. – Al öyleyse torbanı diyerek verdim.
Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi Pazara gittim temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim 30 altın dediler Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu
Genç bana dedi ki;
– Efendim, ben Fas emir’inin oğluyum. Bu gelenler babamın adamlarıdır. Beni buldular. Senden beni satın almak isteyecekler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma.
O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satarmısın? Dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler, olmaz dedim.
– İyi ama sen bunu 30 altına almadınmı? Biz sana iki mislini veriyoruz. Dediler.
– Öyleyse gidin pazardan alın dedim
Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar.
– 30 binden asağı olmaz dedim.
Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler Ben o 30 bin altınla, iş yerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum.
Bir gün bana arkadaşlar;
– Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim. Dediler Ben de, “olur” dedim Nikah kıyıldı. Deve yükleriyle çeyizini getirdiler Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti.
Kıza;
– Bu nedir? Dedim.
– İçinde 970 altın var. Babam Kâbe’de bunu kaybetmiş. Bulan gence 30 altın vermiş. Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi.
– Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermeseydim haram yoldan gelecekti. Şimdi helal yoldan yine bana geldi, Bana yardim edip, haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbime hamd ederim.
@ Harbisin.Com – İslami Sohbet, İslami Sohbet Sitesi, İslami Sohbet Siteleri,
Süfyan-ı Sevri Hz.’leri son anlarını yaşıyordu.Yastığının altından bir kese çıkardı. İçinde altınlar vardı.
Yanındaki dostlarına, “Bunu sadaka olarak dağıtın” buyurdu.Dostları bu hali hayretle karşıladılar.
“Allah Allah! Süfyan-ı Sevri Dünya malına ehemmiyet vermez, yanında dünyalık bulundurmazdı. Bu kadar altını saklamasının sebebi ne ola ki?” diye birbirlerine sordular.
Süfyan, onların şaşkınlığını görünce, durumu şöyle izah etti:
“Bu altın ile, ben, dinimi korudum. Şeytanımı ve nefsimi susturdum. Nefis ve şeytan, ne zaman bana “Giyecek bir şeyin yok. Bunlar için dünyaya çalış, dünyalık kazan” diye vesvese vermeye çalışsalar, onlara bu altınları gösterir, başımdan kovardım. Bu altınları onlara karşı silah olarak kullandım.”
Altınlar dağıtıldıktan sonra, Süfyan-ı Sevri de vefat etti.
Süfyan-ı Sevri Hz.leri Kimdir?
Süfyan-ı Sevri İslam alimlerinin büyüklerinden.
İsmi, Süfyan bin Said bin Mesruk el-Kufi,
Künyesi Ebu Muhammed veya Ebu Abdullah’tır.
713 (H.95) senesinde Kufe’de doğdu. 778 (H.161)de Basra’da vefat etti. Tebe-i tabiinin büyüklerindendir. İlmini, zamanındaki büyük alimlerden öğrendi. Hadis ve fıkıh ilminde yüksek derecede olup müctehiddi. Mezhebi zamanla unutuldu. Cüneyd-i Bağdadi, Hamdun Kassar onun mezhebindeydiler. Hadis, fıkıh, tefsir ve tasavvuf gibi ilimlerde zamanın eşsizlerindendi.
@ Harbisin.Com – İslami Sohbet, İslami Sohbet Siteleri
Bir gün, Hz. Ömer, çok sevdiği kardeşi Zeyd’in katili ile karşılaşır.
Göz göze geldiği, Ebu Meryem’e sorar:
– Kardeşim Zeyd’i sen mi öldürdün ?
Olaydan sonra İslam’a girip, hidayete ermiş olan Ebu Meryem;
– Evet, ama birazcık beni dinle, diyerek şu değerlendirmeyi yapar;
– Allah iyi ki, benim elimle, Zeyd’e şehitlik rütbesi verdi ve iyi ki, onun eliyle beni cehenneme göndermedi.
Sonra devamında, söylemeye çalıştığını şöyle izah eder:
– Şayet Zeyd, orada beni öldürseydi, benim bir müşrik olarak ölmeme, ahirete imansız girmeme sebep olacaktı. Bundan kendisine de bir fayda gelmeyecekti. Halbuki, benim onu öldürmem ile, Allah, benim elimle ona şehitlik rütbesi verdi. Bana da, daha sonra iman nasip etmekle, müşrik olarak ölmekten ve dolayısıyla cehennem azabından kurtardı. Böylece hem Zeyd kazandı, hem ben kazandım.
Hz.Ömer, bu açıklama üzerine;
– Evet, der, bu değerlendirme gerçeğin ta kendisidir. Demek ki, hayırlısı böyleymiş…
@ Harbisin.Com – İslami Sohbet
Şeyh Ebu’l-Vefa Hazretleri’ne, bir gün sohbet sırasında;
– Şehrimize, şu kadar ağırlıktaki kaldıran, şu kadar ağır yük taşıyan birisi geldi, diye bahsedilmişti.
Ebu’l-Vefa Hazretleri, bu sözü söyleyen talebelerine, şu mânidar karşılığı verdiler:
– O ağır yükleri kaldırmak kolay, fakat şu abdest ibriğini taşımak ondan çok daha zordur.
Gerçekten de bu söz, ibretli bir cevaptır. Ağır taş kaldırmada, ağır yük taşımada nefsin hazzı vardır. “Ne güçlü, ne kuvvetli adam” denilmesi, o kişiye lezzet ve zevk verir. Onun için, nefse kolay gelir. Ama abdest ibriğini taşımakta, nefsin hazzı ve lezzeti yoktur. Bilakis nefse muhalefet vardır. Bu yüzden de, o hafif ibrik, nefse, o ağır yüklerden yüklerden daha zor ve ağır gelir.
Ebu’l-Vefa Hz. Kimdir?
Asıl adı Mustafa, lakâbı Musliheddin’dir. “Ebû’l-Vefâ”, “İbnü’l-Vefâ”, “İbn-i Vefâ”, “Şeyh Vefâ” ve “Vefâzâde” gibi değişik adlarla anılmaktadır. Konya’da dünyaya gelen Şeyh Vefa’nın doğum tarihi bilinmemektedir. Babasının adı Ahmed Sadri’dir. Zeynîyye tarikatına mensup olup Fatih Sultan Mehmed Han ve Sultan II.Bâyezid devri şeyhlerindendir. Tasavvuf yoluna girmesi Edirne’de “Debbağlar İmamı” diye meşhur olan Şeyh Musliheddin Halife’ye bağlanmak suretiyle gerçekleşmiştir. Şeyhinin izni ve işareti ile Şeyh Abdüllatif Kudsî’ye bağlanmıştır. Daha sonra irşad için izin aldıktan sonra ilk olarak Karamanoğulları’nın idaresinde bulunan memleketi Konya’ya giderek burada faaliyet göstermiştir. Daha sonra Konya’dan İstanbul’a gitmiştir. Ancak hangi tarihde gittiği kesin olarak bilinmemektedir. Hac görevini ifa etmek amacı ile, Konya’dan Antalya’ya geçerek buradan bir gemiye binerek Mısır’a doğru yola koyulmuştur. Bindikleri gemi Rodos korsanları tarafından yakalanmış içindekilerle birlikte esir edilmiştir. Bu arada Şeyh Vefâ Hazretleri hiçbir harekette bulunmamış ve kaderine rıza göstererek kız kardeşi ile birlikte esirlere katılmıştır. Şeyh Vefâ’nın esir düştüğünü haber alan Karaman Emiri İbrahim Bey Rodos’a adam göndermiş ve fidye vererek Şeyh Vefâ’yı ve kız kardeşini esaretden kurtarmıştır. Bu olaydan sonra İstanbul’a dönen Vefâ Hazretleri halkı irşad ve ibadet ile meşgul olmuştur. Fatih Sultan Mehmed zamanında İstanbul’a gelmiş ve padişahın büyük yardım ve desteğini görmüştür. Sultan Mehmed Han onun için, daha sonra adına nisbetle “Vefâ” diye anılacak olan semte bir cami ve çifte hamam inşa ettirmiştir. Zühd ve takvası, tesirli vaazları ve irşad yolundaki başarıları sayesinde kısa zamanda namı her tarafa yayılmıştır. Musikî usul ve makamlarına göre tertiplediği, Evrad, Zikir ve ilâhiler pek meşhurdur. Ömrünün son yıllarında münzevî bir hayat yaşamayı tercih etmiştir. Kolay kolay dışarıya çıkmaz. Ziyarete gelenleri de büyüklerden dahi olsa istemezse kabul etmezdi. Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış bir çok şiir ve risâleleri vardır. Şiir ve yazıları derin manalı ve nükteli idi. Şeyh Vefâ Hazretleri 1491 yılında hakka yürümüştür.
ŞEYH VEFÂ TÜRBESİ
Şeyh Vefâ Camii’nin sol tarafındaki türbeye defnedilmiştir. Türbe dıştan 8,30 x 8,30 m boyutlarındadır. Duvarları 80 cm kalınlığındadır. Duvarlar üç sıra tuğla, bir sıra ince yontulu küfeki taşından örülmüştür. Türbenin üstü kiremit ile kaplıdır. Her cephede iki tane olmak üzere toplam sekiz tane pencere vardır. Abdülkadir Erdoğan’a göre türbede üç tane sanduka vardır. Ancak günümüzde toplam beş sanduka bulunmaktadır. Ortadaki sanduka Şeyh Vefâ Hazretlerine aittir. Sandukasının başında Alî Paşa’nın kızı Selma Hanım tarafından yazılmış bir levha bulunmakta idi. Levhada şunlar yazılıydı;
Muktedâ-yi ehl-i ma’nâ Musliheddîn Bû’l-Vefâ
A’yün-i uşşâka hâk-i merkâdıdır tûtiyâ
H.1297 (M.1879)
Türkçe açıklaması:
Musliheddîn Ebû’l-Vefâ, ma’nâ ehlinin, evliyânın uyduğu kimsedir.
Mezarının toprağı, âşıkların gözlerine sürmedir.
@ Harbisin.Com – İslami Sohbet, İslami Chat, İslami Sohbet Siteleri,
Hz. Süleyman zamanında bir kuş, kanadını bir sofînin kırdığından şikâyet ile Hz. Süleyman’a gelmiş. Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu sofîyi huzuruna getirtip sormuş:
— Bak, bu kuş senden şikâyetçi. Niye bu kuşun kanadını kırdın?
Sofî cevap vermiş:
— Sultanım, Allah bu mahlûkatı bizim emrimize musahhar kılmıştır. Ben bu kuşu avlamak istedim, önce kaçmadı. Yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı. O esnada da kanadını incittim. Ona kaçması için fırsat verdim, fakat o bekledi. Adeta “Gel beni tut, ne istiyorsan yap,” dedi.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa hitaben demiş ki:
— Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Neticede sen hakkını savunabilirdin. Kaçıp kurtulabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.
Kuş, Hz. Süleyman’a şöyle cevap vermiş:
— Efendim, ben onu sofî kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı o zaman hemen kaçardım. Fakat bundan bana zarar gelmez diye öylece bekledim.
Hz. Süleyman bu savunmayı beğenmiş ve kuşu da haklı bulmuş. Kısasın yerine gelmesi için:
— Kuş haklı. Hemen bu sofînin kolunu kırın, diye emretmiş.
Kuş o anda:
— Efendim, böyle yapmayın! diye feryad etmeye başlamış.
— Ne yapayım?
diye sormuş Hz. Süleyman.
— Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapmaya kalkar.
Bu söz üzerine Hz. Süleyman:
— Peki, ne yapalım? diye sormuş tekrar.
Kuş bu sefer şöyle cevap vermiş:
— Siz bunu sofî kıyafetinden, libasından sıyırın! Sıyırın ki benim gibi kuşlar aldanmasın!
@ Harbisin.Com – İslami Sohbet Siteleri
Horasan emiri olan Yakub Bin. Leys hastalanır. Doktorlar hastalığını tedavi etmekten aciz kalırlar. Kendisine:
– “Burda salihlerden Sehl b. Abdullah adında birisi vardır. Onu cağırıp buraya getirtirsen ve sana dua ederse iyileşirsin derler. Bunun üzerine o da:
– “Onu mutlaka getirmem lazım” der. Gerçekten yanına geldiği vakit ona:
– “Beni bu hastalıktan kurtarması için Allah a dua et” der. Sehl b. Abdullah:
– “Ben senin için nasıl dua edeyim ki, sen zulumle hükmediyorsun” der.
Bunun üzerine Yakub Bin Leys, tevbe eder, zulümle hükmetmekten vazgeçer. Halkına güzel ve adalatle muamele etmeye başlar ve bütün mahkumları salıverir. Bunun üzerine Sehl iyileşmesi için Allah a şu duada bulunur:
Ey Allah ım! Ona maşiyetin zilletini gösterdiğin gibi taatin da izzetini göster. Ona şifalar ihsan et, hastalığından onu kurtar.”
Yakub Bin. Leys sanki ipten çözülmüş gibi o anda iyileşip yerinden kalkar. Sonra Sehl b. Abdullah a bir çok mal teklif eder, kabul etmesi için ricada bulunur. Fakat Sehl b. Abdullah malı almaktan kaçınır ve memleketine döner.
Yolda giderken kendisine;
– “Keşke emirin verdiği malı alıp fakirlere dağıtmış olsaydın” derler. O sırada yere bakar, yerdeki küçük taşlar cevher olur. Bütün fakirlere:
– “İstediğiniz kadar alın. Bu gibisi kendisine verilen, Yakup b. Leys in malına muhtaç olur mu ” der. Fakirler:
– “Bizi muaheze* etme” diye ricada bulunurlar.
*muaheze etmek = kınamak, ayıplamak
@ Harbisin.Com – İslami Sohbet, İslami Sohbet Odaları, İslami Sohbet Siteleri
İzzeti Nefis Sahibi Bir Zat olan Emir İmar b. Hamza, Melik Mansur un yanına gelir. Mansur onu yanına oturtur. O gün Halife’nin, mazlumların şikayetlerini dinlediği bir gün idi.
İçlerinden bir adam ayağa kalkıp, yüksek sesle:
– “Ey Müminlerin emiri! Ben mazlum bir adamım” der. Mansur:
– “Sana kim zulmetti ” diye sorar. Adam:
– “Bana zulmeden imar b. Hamza dır. Bu benim tarlamı aldı” der.
Mansur, İmar b. Hamza ya hitab ederek, yerinden kalkmasını ve hasmı ile hesaplaşmasını emreder. Bunun üzerine, İmar b. Hamza:
– “Ey müminlerin emiri! Eğer tarla onun ise, ben ondan şikayetçi olmam, eğer benim ise, ben tarlayı ona hibe ettim. Tarla için, müminlerin emirinin bana ikram etmiş olduğu yerimden kalkmam” der.
Mecliste bulunanlar, İmar b Hamza’ nın bu alicenaplığına taaccüp ederler.
@ Harbisin. Com – İslami Sohbet, İslami Sohbet Odaları, İslami Sohbet Siteleri